16 Aralık 2009

BİLİNÇ HALLERİ


İpeksi bir gecede
Bakıyorum gökyüzüne!

Sonsuzluğun ağır ve kasvetli karanlığında mı;
Yıldızların ışıltılı kahkahaları arasında mı yaşıyoruz?

İçinde ne varsa gecenin sana çizdiği O
Nasıl bakarsan yaşadığın O!

İpeksi bir gecede
Bakışım yeniden dönüyor, yeryüzüne!

7 Kasım 2009



Dalından kopmanın yarattığı sarsıntıyı geride bırakıp usulca düşmeye başladı toprağa doğru.
Soğumaya yüz tutmuş ılık esintiyle tokalaşarak ve döne döne düşüyordu.
O yere doğru düşerken geride, yukarıda kalıyordu şimdi bir koca yaşam: yaşamı boyunca ona su sağlayan, sığınacak ev sağlayan ağaç, omuz omuza yaşadığı dal, kucak kucağa yaşadığı yapraklar…
İçini ısıtan tüm o hatıraları terk ederken, onun için yaşamdan çok daha büyük gizemli çekiciliğe sahip kapkara kutunun da açıldığının farkındaydı: dalından kopmuştu ve düşüyordu, ölüyordu.
Büyük bir umut ve merakla yepyeni bir başlangıç olduğunu hissettiği ölümün kapısına geldi…

6 Kasım 2009

Yazılar

Yüreğimde birikir
Yazımın mürekkebi.
Coşup taşar bazen
Parmak uçlarıma dolar
Ve kaleme dökülür.

Yüreğimde birikir
Yazımın mürekkebi.
İçimi dolduranı değil
Taşanı yazabiliyor ellerim.

30 Eylül 2009

Güneş Yükseliyor...


Güneş yükseliyor
Sevgilisine koşan aşığın coşkusuyla
Işık yayılıyor dalga dalga
Ve Dünya ısınıyor…

Sevgi doğuyor
Tüm hücrelerim ürpererek
Yüreğime akıyor aşkla
Ve bedenim yanıyor…

Ah Sevgi
Ne olur terk etme beni
Sen de dinlen geceleri
Ve her sabah doğ bana
Aynı Güneş gibi…

8 Eylül 2009

Uyanıyorum


Uyanıyorum. Başımı kaldırıp göğe bakıyorum.
Gökyüzünün güzelliği içimi doldururken, güzelliğin kesinlikle tanımsız olduğunu anlıyorum.
Yine de ferah, soğuk bir nefes gibi içime doluyor bu koyu lacivert renk. Gözlerim sevinçle içine dalıp dalıp çıkıyor; gözlerim güzellikle yıkanıyor.
Kucağında huzurla sardığı yıldızlar, bu lacivert rengi usulca ve defalarca öpen şarkılar söylerken uykuya dalıyorum.


Uyanıyorum. Kozmosta, yıldızlardan oluşan uzun bir salıncakta salınıyorum. İpin iki ucunu iki büyük yıldız tutuyor. Karanlığın içinde parıltılı galaksilere karşı bir gidip bir geliyorum.
Ne Yaratıcı, ne Çılgın, ne Özgür bir Ressamın Eseridir bu Kozmik Tuval! Ne yana baksan Sevgi var. Her şeye Yüce bir Sevgiyle dokunduğu nasıl da belli!
Kasvetli ve yapayalnız bir karanlığın içine yıldız yıldız parıltılar yerleştirmek, ne aşk dolu bir fikirdir! Bu Yaratıcı Ressam, binlerce sevgililerinin ışıltılı güzelliğini daha net görmek için tüm lambaları söndüren cüretkar bir Sevgiliye benziyor. Lambaları bütünüyle söndürüp her bir sevgilisinin ışığını ince ince, uzun uzun ve aşkla seyrediyor.
Ve bu binlerce ışıltılı sevgilinin her biri, hiçbir zaman yüz yüze gelemeyeceği, aşk dolu yüreğine dokunamayacağı, sesini bile duyamayacağı bu Tek Sevgiliyi her an içten içe özlüyor. Ve her biri, Yaratıcının narin parmaklarını biraz olsa da hissetmek arzusuyla, sadece bir kısa an için, Kozmik Tuvalde bir iki damla renk oluyor.

Ben de bir minik pembe damla olup, Onun parmak uçlarından çıkan kutsal yaratıcılığına tanık oluyorum ve bir yaşama doğuyorum: başka değişle uykuya dalıyorum.


Uykudayım. Her şeyi yumuşak sıcaklığıyla kucaklayan bir yaz akşamı, sahildeyim. Denizin dalga dalga ayaklarıma uzanan huzurunu dinlerken, gözlerimi kapıyorum. Bir minik bebek gibi savunmasız ve saf hissediyorum. O anda yüreğimden yükselen bir coşku, birden gelip alıveriyor beni ve sanki Kozmosa götürüyor ve ben uyanıyorum.


Uyanıyorum. Kozmos galaksiden galaksiye dalgalanıyor ve her bir dalga bir var olup, bir yok oluyor. Yüreğimin derinlerinde bir özlem uyanıyor. Uzaklarda beliren bir minik dalga gibi uyanan bu özlem, coşkuyla yaklaşıp her tarafımı sarmalayıp çevreliyor. Neye, kime bu özlem anlamıyorum. Fakat bu özlemin Yüce bir Sevgiye olduğuna çok eminim. Ve bu Sevginin soluğunu yanı başımda, ensemde hissediyorum. Onu kucaklamak için biranda arkama dönüveriyorum. Ama hiçbir şey ‘yok’ görünüyor. O ‘yok’ görünüyor. Ben de ‘yok’ olmak istiyorum. Sanki bu Yüce Sevgiyle yoklukta Bir Olmak mümkün gibi geliyor. Kendimden tamamen vazgeçmeye hazırım, eğer O ‘Yok’luksa, ben de ‘Yok’ olayım ve ‘Yok’lukta, Hiçlikte buluşalım. Kendimi ‘Yok’luğa teslim ediyorum ve uykuya dalıyorum.


İşte şimdi uykudayım, yaşıyorum, uykudayım.

Ve inanılmaz bir şey oluyor. O Yüce Sevgiyi yaşarken buluyorum! Evet evet hiçlikte değil ama işte yaşarken buluveriyorum:
Sevgilim, canım, tatlı eşim Yılmaz seni çok seviyorum!
Bebeğim, minik kelebeğim, canım oğlum seni çok seviyorum!

Bilim Sevgiyi Keşfediyor


Doğuda ona ‘Bhakti’ diyorlar!
Her şeye yürekten bakıyorlar
Bütünlüğü, Birliği görüp
Her varlığı seviyorlar.

Ve batıda Kuantum Fiziğinde
Yürekleri kabartan bir şey fark ediyorlar:
Kozmos atomun içinde
Atom Kozmosun içinde: Hepsi Bir, her şey Bir!

Biliyorlar mı ki buna
Doğuda ‘Bhakti’ diyorlar!
Ve işte belki de
Bilim sevgiyi keşfediyor.

Yıldız Çocuk


Parlak gümüş rengindeki atı üzerinde Kozmosta yıldızlar arasından süzülüyor Yıldız Çocuk. Öyle yoğun ışıklı bir süzülüş ki bu, bir kıyıda uzanıp Dünyadan gökyüzüne bakan iki arkadaş kocaman bir yıldızın kaydığını sanıyor.

Yıldız Çocuk tüm Kozmosu çok seviyor: evi, ailesi, dostları, her şeyi Kozmos. Ve Kozmos da Onu çok seviyor. Beraber nice oyunlar oynuyorlar: Kimi zaman dans ederek güzel atı ile bir galaksinin içine uçuyor. Bu sevgili çocuğun coşkusunu gören yıldızlar, gezegenler ve hatta galaksi seviniyor, daha ahenkli dans etmeye başlıyor.


Kimi zaman dinlenmek için bir gezegenin üzerine konuyor, çeşitli ezgiler mırıldanıyor Yıldız Çocuk. Onun yürek çağıran sesini duyan nice yıldızlar bu güzel ezgilere eşlik ediyorlar. Yıldız Çocuğun müziğini dinleyen yıldız arkadaşların ışıkları, usta bir piyanistin zarif ve hızlı parmakları altında oynaşan piyano tuşları misali coşku dolu!


Saf ve sade sevgi taşıyan bu güzel yürekli çocuk, Kozmos için ne kadar değerli ise, Dünya için de o kadar değerli! Çünkü O, Dünyaya da sık sık uğruyor.
Dünyaya geldiğinde dağlarda yaşıyor. Dünyada iken görkemli parlak atı ile göklerde süzülerek yolculuk yapıyor. Hem atı ve hem de kendisi o kadar parlak renkteler ki, dünyada yaşayan insanlar onları göremiyor. Hem kendisinin, hem atının Yüreğindeki Sevgi Işığı öyle büyük ki bu kozmik büyük ışıltısı ondan!
Ama yine de Yüreği sevgi dolu olan her çocuk Yıldız Çocuğu kolayca fark edebiliyor.


Dünyaya geldiğinde Sevgi ve Barış Dansları yapıyor Yıldız Çocuk. Onun yaptığı bu dans Dünyaya kozmik güzellik taşıyan özel bir müzik, ritim, ışık yayıyor. Bunları daha çok çocuklar hissediyor. Ama yüreği temiz olan büyük insanlar da, çiçekler, dağlar, hayvanlar, tüm doğa ve dünya da bu sevgi ve barış çağrısını duyuyor.


Yıldız Çocuğun Sevgi ve Barış Dansını hisseden, yaşayan her bir Yürek Dünyanın etrafında buluşuyor; orada el ele tutuşup dans ediyor. Böylece Dünyanın etrafında insanların, dağın, toprağın, çiçeklerin, dünyanın Yüreği birleşiyor. Böylece Dünyanın başına capcanlı, ışıltılı çiçeklerden bir taç takılmış gibi oluyor.


Bu yaşantı hem Dünyaya, hem insanlığa ve Dünya üzerinde bulunan canlı cansız her şeye öyle iyi geliyor ki!
Dünyanın Galaksisi Süt Yolu, en değerli Sevgi Mücevheri olan Dünyayı böyle Sevgi ve Barış Güneşi içinde parlayarak görünce kendini çok huzurlu ve rahat hissediyor.


Kimi zamanlarda Dünyadan uzaya doğru gürül gürül akan bu görkemli sevgi şelalesinin suları, Süt Yolunu da aşıp tüm Kozmosu sevindiriyor ve arındırıyor.


Yıldız Çocuk, aslında her birimizin Çocuk Yüreğinin ta kendidir; Çocuk Yüreklerimizin Birliğidir!
Ve içimizdeki bu Güzel Çocuk, bizden sadece Onu önemsememizi istiyor. Onu ortaya çıkarıp Sevgi ve Barış Dansı yapmamızı, Dünyanın Sevgi Tacına çiçek gibi katılmamızı istiyor!

Annemin Kucağında




Yaşamım boyunca sevgi aradım, huzurlu, sıcak bir gerçek sevgi!

Her şeyi onu bulmak ve yaşamak için yaptım. Bu dürtü hep doğal geldi ama asıl nedenini hiç bilemedim.
Ta ki bu sabah henüz üç aylık bebeğimi emzirirken hissettiklerimin bana yaşattıkları ana kadar…
Annemin kucağındaki o bebek halimi özlüyormuşum meğer.
O içime dolan sıcacık sütün tüm hücrelerime taşıdığı huzuru özlüyormuşum.
Annemin kucağında hissettiğim sonsuz güveni özlüyormuşum.
İpek gibi yumuşak ve durgun bir göle açılan minik teknecik misali, bebek olup saf bir içtenlikle tüm bedenimi ve canımı bırakıvermek istiyormuşum.
Annemin kucağında, onun ısısını taşıyan sıcak sütünü içerken tamamen doğallıkla yaşadığım gibi… Şu anda bebeğimin yaşadığı gibi…

Gerçek Sevgiyi ve Gerçek Sevgiliyi ararken, aslında anne kucağında yaşadığım o sevgiyi, o huzuru ve o güveni aramışım – belki de herkes gibi…

İnsanlık Nehri


Çağlar boyunca yankılanan üzücü hatta korkutucu ve kırık aşk hikayelerine rağmen, nasıl da dünya her gün yeni cesur aşk hikayelerine sahne olur.

Yaşamı boyunca aşk kırıklıkları yaşasa da insan, yine de yaşamının son anına kadar kelebek gibi umutla aşka uçar!


Her bir insanın yüreğinde hiç sönmeyen bu Sevgi Ateşi nedir?


Zulmün, açlığın, savaşın ortasında en karanlık gününü yaşayan bir şehirde, bir bebek nasıl da gülümseyerek doğar?
Yıkımın ortasında doğan bu Yaratıcı Güzellik neyin sembolüdür?


Yorucu ve ağır bir günün üzerimize yapışmış tozlu ağırlığına rağmen, bir bebeğin gülümseyişini görünce veya bir çiçeğin narin kokusunu alınca, içimize ve dışımıza yayılan bu Güzelliğin Kaynağı nedir?


Binlerce yıl acılarla geçen nice yaşamlara sahne olmuş insanlık, bir nehir gibi hala akmaya devam ediyor.
Kimi zaman bu nehrin kıyıları cennet bahçelerini andırıyor; kimi zaman çöl oluveriyor bir tek çiçek açmıyor.
Ama nehir akmaya devam ediyor!


Çok özlediği sevgiliye coşar gibi akıyor; kendini, içindeki nice yaşamları feda ederek akıyor. 
Kıyıları ne halde olursa olsun, akmaya devam eden bu İnsanlık Nehri eğer Güzellik ve Sevgi olmasaydı akabilir miydi?


İçinde, dışında ne yaşansa yaşansın, akmaya devam eden bu canlı nehir, eğer Güzellik ve Sevgiyi somut olarak hissetmeseydi akabilir miydi?

İnsanlık Nehri, insanın özü Temizlik, Güzellik ve Sevgi olduğu için her şeye rağmen akıyor.
Ve Temizlik, Güzellik ve Sevgi sonsuz kavramlar olduğu için, yaşam sonsuzdan sonsuza akıyor. Her ne kadar günlük konsantrasyonlarımız, hatta bazen yaşam amacımız maddi konular olsa da, gerçek mutluluğu bu Öz Değerlerimizin farkına varıp onları yaşayınca buluyoruz.
İnsan birey olarak bu öz değerlerin farkında olsa da, olmasa da yaşam bu öz değerlerin – Temizlik, Güzellik ve Sevgi sayesinde akıyor.

Her şeye, her yaşanana rağmen Özünü, Özünün Güzelliklerini fark eden, seven, onu görüp kucaklayan, koruyanlara selam olsun!

Kadın Kucaktır!


Parıltılı yıldızların süslediği görkemli elbisesini giyen Kozmos Anne, tüm galaksileri kucaklar.
Kendi koca merkez Yüreğine kıvrılan Samanyolu Anne (Milk Way – aslında Süt Yolu), Dünyayı, Güneşi ve nice gezegenleri kucaklar.
Kozmosun sevgilisi çocuk yürekli Dünya Anne, tüm doğasını ve insanlığı kucaklar.


Kadın – Anne ise, kendi koca Yüreğiyle Kozmosu, Süt Yolunu, Dünyayı, insanlığı, sevgiliyi, bebeği kucaklar.


Gece kumsalda, denizin ıssız soğuğunda göğe kaldırdı yüzünü kadın ve ışıl ışıl çocuklarını kucaklayan o ağır, o koca karanlığa baktı. Ne huzurlu bir güzellikti, ne sessiz bir hizmetti ve ne yüce bir sevgiydi Kozmos Anneninkisi, diye düşündü. O anda yüreği büyüdü, büyüdü, büyüdü; kendini Kozmos Anne’nin kendi gibi hissetti, harmanı sevgi olan büyük ateşli o yürekle sıcacık hissetti. Kozmosu kucakladı Kadın!


Yorucu bir günün sonuydu, iple çekmişti bu anı… Kendini henüz sabahın kıvrımlarını taşıyan yatağına bıraktı. Gözlerini kapadı ve bir düş görüverdi kadın. Süt Yoluydu gördüğü, Süt Yolu aynı anda ne kadar sonsuz büyüklükteydi ve ne kadar küçük: Minicik çocuğu Dünyanın sıcak kucaklı, büyük Annesiydi Süt Yolu. Aynı anda koca Kozmosun bir minik bebeğiydi. Bebek misali aldı kadın onu kucağına, sardı, kucakladı, salladı hafifçe… Süt Yolunu kucakladı Kadın!
Hamileliğinin son aylarıydı, kocaman oldu karnım, diye düşündü. Biraz dinlenmek için oturduğu koltuğa sırtını yasladı. Karnını okşamaya başladı. Ama o da ne! Her dokunuşunda başka başka şeyler hissediyordu! Bir dokunuşta kırlarda çiçeklerin ipeksi başlarını okşuyor gibi, bir başka dokunuşta bir dağın sert ama güçlü sevgisini yaşıyor gibi, bir başka dokunuşta denizin yumuşak dalgalarına dalar gibi hissediyordu. Çok geçmeden anladı kadın, gülümsedi ve iki koluyla karnına sarıldı. Dünyayı kucakladı Kadın!


Kahraman kadın! Kimi zaman barış temsilcisi oldu küçük yaşta, işte Samantha Smith, kimi zaman yaşamını adadı barışa, işte Rahibe Teresa. Kimi zaman eşitlik aradı kadına, işte Clara Zetkin, kimi zaman bilime adadı hayatını aşkla, işte Marie Curie. Kimi zaman cesareti Dünyayı aştı, işte Valentina Tereshkova, kimi zaman cesareti dağları aştı, işte Junko Tabei. Kimi zaman kutsal çocuğuna analık yaptı, işte Meryem Ana, kimi zaman kültüre analık yaptı, işte Yekaterina Dashkova… Her ne zaman yüreğinin ateşiyle ileri atılsa, insanlığı kucakladı kadın!


Yağmur yağıyordu kirpiklerine. Kadın sevgiliyi bekliyordu yanan yürekle. Karanlıkta bir gölge belirdi, kadının yanına geldi. Uzun uzun kucaklaştılar. Yemişini kucaklayan meyve gibi yumuşak… Balıklarını kucaklayan deniz gibi gürül gürül coşkulu… Yürek Tapınağında gibi huzurlu… Yıldızları kucaklayan gece gibi sessiz… Birbirine karışıp tek olmak, belki de yok olmak ister gibi… Bir damla olup kendini sevgi okyanusuna adar gibi hissetti ve kadın sevgiliyi kucakladı.


Anneydi. Her gün değil her an ruhundan, canından, bedeninden katarak emek veriyordu. Bedeni tüm bu yaptıklarına yetişemiyordu ama o sıcak yüreği ateşliyordu onu! Annenin sıcak yüreğinin üstesinden gelemeyeceği hiçbir şey yoktu! Tüm insanlığa herkes her an böyle hizmet etse, diye düşündü, nasıl da sevinçli bir bebeğe dönüşürdü dünya! Bebeğinin yanına, yeryüzündeki en kutsal mabede girer gibi temiz duygularla, temiz düşüncelerle, temiz bir zihinle yaklaşırdı. Bebeğin, Sevginin en Saf ve Kutsal Temsilcisi olduğunu bilirdi. Sadece sütüyle değil, yürekten yüreğe akan sevgi sularıyla beslerdi bebeğini. Göklerden yüreğine dolan o şelalenin sevgi sularını hiç kirletmeden bebeğine yöneltirdi… Kimi zaman dansla, kimi zaman müzikle, kimi zaman şarkılar söyleyerek ama her zaman sevinçle kucaklardı ve işte kadın bebeği kucakladı.


Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun!


Ey Kadın! Kucağın her an büyüsün aşkla, sen hep daha çok sev ve kucakla!

R.Tagore'dan... Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi!

Düşünüyorum da, sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek...
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, naif yönlerimizin keşfedilmesi,
cesaretsizliğimizin anlaşılması, korkularımızın paylaşılması, sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti… Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız...
...Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden…
İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler. Kirpiler ve kaplumbağalar gibi.
Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?
Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak.
Ne çıkar ateşböceği sansalar beni?

... Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz? Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine.
O da çözülecek belki.
Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince.
Oysa bir görebilsek bunu…
Kalmadı böyle insanlar demesek.
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
Kırılmaktan korkmasak. İncinsek, yaralansak. Ne olur bir darbe daha alsak.
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu. Denesek. Risk alsak. Yanılsak. Fark etmez. ...
Tekrar, tekrar bıkmadan denesek…
Ve kucaklaşsak yeniden, Tıpkı eskisi gibi…
Ne olduğunu anlayamadığımız o on beş yıl öncesi gibi.
O zaman fark edeceğiz Ne kadar özlediğimizi birbirimizi,
Neler biriktirdiğimizi, kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi.
Beraber geldik, beraber gidiyoruz oysa. Vakit az paylaşmak, sarılmak için.
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır. Yüreği daha fazla küstürmemek lazım…
Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan. Ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
Sevgiye çok ihtiyacımız var. Ufukta kara bir kış görünüyor.
Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri.
Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı. Kurtulun bu yükten.
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.
Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.
Hem hepimiz bir yıldızız.
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi.