8 Eylül 2009

Uyanıyorum


Uyanıyorum. Başımı kaldırıp göğe bakıyorum.
Gökyüzünün güzelliği içimi doldururken, güzelliğin kesinlikle tanımsız olduğunu anlıyorum.
Yine de ferah, soğuk bir nefes gibi içime doluyor bu koyu lacivert renk. Gözlerim sevinçle içine dalıp dalıp çıkıyor; gözlerim güzellikle yıkanıyor.
Kucağında huzurla sardığı yıldızlar, bu lacivert rengi usulca ve defalarca öpen şarkılar söylerken uykuya dalıyorum.


Uyanıyorum. Kozmosta, yıldızlardan oluşan uzun bir salıncakta salınıyorum. İpin iki ucunu iki büyük yıldız tutuyor. Karanlığın içinde parıltılı galaksilere karşı bir gidip bir geliyorum.
Ne Yaratıcı, ne Çılgın, ne Özgür bir Ressamın Eseridir bu Kozmik Tuval! Ne yana baksan Sevgi var. Her şeye Yüce bir Sevgiyle dokunduğu nasıl da belli!
Kasvetli ve yapayalnız bir karanlığın içine yıldız yıldız parıltılar yerleştirmek, ne aşk dolu bir fikirdir! Bu Yaratıcı Ressam, binlerce sevgililerinin ışıltılı güzelliğini daha net görmek için tüm lambaları söndüren cüretkar bir Sevgiliye benziyor. Lambaları bütünüyle söndürüp her bir sevgilisinin ışığını ince ince, uzun uzun ve aşkla seyrediyor.
Ve bu binlerce ışıltılı sevgilinin her biri, hiçbir zaman yüz yüze gelemeyeceği, aşk dolu yüreğine dokunamayacağı, sesini bile duyamayacağı bu Tek Sevgiliyi her an içten içe özlüyor. Ve her biri, Yaratıcının narin parmaklarını biraz olsa da hissetmek arzusuyla, sadece bir kısa an için, Kozmik Tuvalde bir iki damla renk oluyor.

Ben de bir minik pembe damla olup, Onun parmak uçlarından çıkan kutsal yaratıcılığına tanık oluyorum ve bir yaşama doğuyorum: başka değişle uykuya dalıyorum.


Uykudayım. Her şeyi yumuşak sıcaklığıyla kucaklayan bir yaz akşamı, sahildeyim. Denizin dalga dalga ayaklarıma uzanan huzurunu dinlerken, gözlerimi kapıyorum. Bir minik bebek gibi savunmasız ve saf hissediyorum. O anda yüreğimden yükselen bir coşku, birden gelip alıveriyor beni ve sanki Kozmosa götürüyor ve ben uyanıyorum.


Uyanıyorum. Kozmos galaksiden galaksiye dalgalanıyor ve her bir dalga bir var olup, bir yok oluyor. Yüreğimin derinlerinde bir özlem uyanıyor. Uzaklarda beliren bir minik dalga gibi uyanan bu özlem, coşkuyla yaklaşıp her tarafımı sarmalayıp çevreliyor. Neye, kime bu özlem anlamıyorum. Fakat bu özlemin Yüce bir Sevgiye olduğuna çok eminim. Ve bu Sevginin soluğunu yanı başımda, ensemde hissediyorum. Onu kucaklamak için biranda arkama dönüveriyorum. Ama hiçbir şey ‘yok’ görünüyor. O ‘yok’ görünüyor. Ben de ‘yok’ olmak istiyorum. Sanki bu Yüce Sevgiyle yoklukta Bir Olmak mümkün gibi geliyor. Kendimden tamamen vazgeçmeye hazırım, eğer O ‘Yok’luksa, ben de ‘Yok’ olayım ve ‘Yok’lukta, Hiçlikte buluşalım. Kendimi ‘Yok’luğa teslim ediyorum ve uykuya dalıyorum.


İşte şimdi uykudayım, yaşıyorum, uykudayım.

Ve inanılmaz bir şey oluyor. O Yüce Sevgiyi yaşarken buluyorum! Evet evet hiçlikte değil ama işte yaşarken buluveriyorum:
Sevgilim, canım, tatlı eşim Yılmaz seni çok seviyorum!
Bebeğim, minik kelebeğim, canım oğlum seni çok seviyorum!

1 yorum:

  1. Ne sasirtici, ne surpriz dolu yaratici bir yazi!

    Adeta felsefik bir yolculugun eristigi (son) nokta gibi, ama en ulasilmaz olana degil de basit ve sade bir sekilde en yanibasinda olana.

    Guzellik de bize illuzyon yaratabiliyor fakat insanin ayaginin yere basmasi kadar guzel bir sey olabilir mi?

    Sonsuz ve sinirsiz yaraticiligini, sanatini gonulde kutluyorum. Senin dunyana dalmak cok guzel...

    YanıtlaSil