26 Kasım 2010

Yağmur Yağıyor



Doğarken bakir eser

Sanatçıyı sarhoş eder…

Ve dikkatle seyreder İlham

İçine çeker her bir anı

Yutar devrilen her damlayı…


Filmin sonunda adam

Sağanakta sırılsıklam,

İçmekten sarhoş olmuş İlham

Ve ortada bir bebek

Bağırarak ağlar.



Yıllar

Zamana bırak diyorsun…

Yılların hep aynı monotonlukla doğup

Hep aynı yoldan geçme

Ve hep aynı sıradanlıkla ölme

Ve ardı ardına öylece dizilme yetenekleri var.

Bunu unutuyorsun.

Ağaç

Bir ağaç olsaydım

Hep aynı toprağın kokusu

Hep aynı mekanın tozu

Beni de ırgalamaz mıydı ki…


Ben de ağaç gibi

Coşkuyla büyümenin

Serpilmenin görkemini

Zamanla dostane yaşayabilir miydim?


Bir ağacın özgürlüğünü paylaşabilir miyim ki…

23 Kasım 2010

Rodin’in Beethoven’ı Üzerine


Dolaşır Beethoven’ın yüzünde

İçindeki güneşin titrek

Ve yakıcı elleri...

‘Yarat, yarat!’ diye gürler…


Onlarca yüzyıl öteye

Sıçrayan minik kıvılcım

Rodinin avuçlarında çakar…

‘Yarat, yarat!’ diye inler…


Ve doğar heykel:

Gösterir serpilişi,

En yüce eserleri

Harlayan yaratıcılığı sergiler…

10 Kasım 2010

Tiyatrocunun Haykırışı

Perdeleri kapıyor gün

Geceye dönüyor sahne…

Oyun asla durmuyor.

Dünyanın Yıldızları

Sonsuza bakar gecenin penceresi

Bir yıldız solur hızlıca, naiftir nefesi…

Bilirim, bu noktacık yıldız güneşten iri…

Ama kendi bilmez değerini.


Dünyaya bakar Kozmosun bir penceresi

İnsanoğlu solur üzerinde, sessizdir nefesi…

Nokta nokta gönüller pırıldar yıldız gibi…

Ama unutur çoğu zaman kendi kıymetini…

8 Kasım 2010

Nostalji -1

Gökyüzü sevinç

Bir o kadar sonsuz

Sonsuzluk huzur

Bir o kadar karanlık

Karanlık gece güzel

Yalnızken bir o kadar karanlık…

                             İlk şiirim – sene 1996, yaş 16

Nostalji – 2

KALANLARIN ÇAĞRISI


Yazın ortasında

Duygular mı erimiş şehrimde?

Dağın kucağındaki denizim

Niye öpmüyorsun kıyısından insanımı?


Bakma sen insanın insana yaptığına

Buhranlı şehrin taze kül parıltılarını seçemeyen,

Çığlıklarını duyamayan Dünyanın

Saracak yerde sarsan dostların

Ve sevgililerin

Böyle unutup gitmeye bir sebebi varmış…


Birbirlerinin kafasına basarak

Dünyadan uzaya en üstten bakmaya çalışan

Bu akıllı ve bencil yaratıkların görmek istediği

Yalnız, zengin ve en son ölmekse

Sir Newton’un cevabı kesin:

En dıştaki önce savruluyor!


Kısaca Denizim işte bu yüzden diyorum ki;

Sen yine de bize olan sabrını

Coşmadan gösterme!

                                1998

Nostalji - 3

BİR EZGİ


Notaların rüzgarıyla savaşarak yürüyoruz

Önce ‘do’ çarpıyor yüzüme

Dost acısı ritminde

Bir yerlerden: belki gözlerimden

Veya söylenildiği gibi gökyüzünden

Seyrediyor beni

Ve bir ‘si’ süzülüyor yanağımdan

Piyanonun ‘la’ tuşuna düşüyor.

Evsiz çocukların sesini duyuyorum

Yağmurun evlerden dışlanması gibi…

Yalnızlığın küçük ‘fa’ faslından

Büyük bir yıkıma uzanıyor şehir

Şehrimin insanını tanıyamıyorum

Yalnızlığımızın kör kuyusuna mı düştü

‘sol anahtarı’…

Paylaştıklarımızın kapalı kapısını

Ancak ‘re’nin kancası aralayacak:

Bir şarkı bağıracak adam

Yağmurun altında

Şimşek çakacak ortalık kararacak

Yalnızlığın küçük adam modelini

Açılan bir kapı çekecek içine

Ve orada asılacak yalnızlık

Güzellik makamında bir nota adına!

                                                      3 Ekim 99

2 Kasım 2010

TANIK

Oğlum

Ben tanık oldum,

Bu şiir de tanık olsun sana

Beş yaşında ve seksen yaşında da:

Yaşamın Neşesi Senin Sesinde,

Heyecanı Senin Bedeninde hayat bulur!



Oğlum!

Bu şiir tanık olsun sana

Beş yaşında ve seksen yaşında da:

Yaşamın Coşkusu her an parıldamakta

Gözlerinden içeride, gözlerinden etrafa!

02.11.2010