28 Kasım 2012

Tohum Tohum Hayaller



“Gökyüzünden yumuşakça süzülen parıltılı su damlası, okyanusa nasıl büyük susuzlukla, sevinç ve coşkuyla dalar…

İşte sen düştüğün zaman rahmime bebeğim, o büyülü coşkuyu birlikte yaşadık: KUCAKLAŞTIK.”

Uykuya yeni dalmış bebeğini koynunda sıkıca tutarken bu olağanüstü kırılgan varlığı korumak için olabildiğince temkinliydi. Nasıl da huzurlu uyuyordu. Sanki bir an önce uyuyamadığı için çırpınan o değilmiş gibi derin dalmıştı. Göz kapakları bile bu masum, minik bebeği ürpertmekten çekinircesine çok nazikçe örtüyordu gözlerini.

Minik oğlunu alnından sessizce öpüp yatağına yatırırken kollarının titrediğini fark etti. Tam yedi gündür neredeyse hiç uyuyamıyordu. Uykusuzluğun iyice ağırlaştırdığı yorgunluğu her tarafını sarıp sarmalamıştı. Odasına gidip yatağına bıraktı kendini. Halsiz bedeninin yalvarışlarına aldırmadı, uyumak istemiyordu, aynı oğlu gibi. Bebeğiyle geçirdiği bu ilk günlerin her birini dolu dolu yaşamak istiyordu. Şimdiki gibi boş bulduğu tüm zamanlarda, oğluyla birbirlerine kavuştuğu anları düşünüyordu. Daha önce gözden kaçırdığı detayları anımsayınca coşuyor ve her bir anıyı tozlanmasından korkarak temizleyip ortaya çıkarınca içini huzur kaplıyordu. İşte böylece dinleniyordu Sevgi. Gözlerini kapadı yine ve yedi gün önce oğlunu ilk defa kucağına aldığı zamanı hatırladı.

“Hoş geldin Dünyaya, hoş geldin oğlum! Buyur iç yavrum, ömür boyu sana şifa verip seni korusun bu süt! Buyur yavrum!”

Oğlunu ilk kucakladığı anda bu sözler dökülüvermişti gönlünden. Doğumun saatler boyunca biriktirdiği yorgunluk, oğlunu kucağına aldığı anda saygıyla bir köşeye çekilmiş ve yerini sevince bırakmıştı. Son beş saat içinde tüm yaşadıkları öyle yoğundu ki, bedenini on kat ağırlaşmış hissediyordu. Ama buna kim aldırırdı! Yorgunluktan yarı baygın olduğu o ilk anda belki içgüdüsel olarak sadece ve sadece bebeğini emzirmeyi düşünmüştü. Emerken sürekli onu seyretmiş, yumuşacık saçlarını ve başını çok yavaşça sevip okşamıştı.

İşte o ilk günden beri her ne zaman bebeğini emzirse “Buyur yavrum!” diye sunuyordu sütü Sevgi. O sütün şifa gücünün, bebeğinin emerken yaşadığı huzurun derinliğinin, emzirmenin kendinde yarattığı olağanüstü değişimlerin çok net farkındaydı. Emzirirken kapı aralığından kısacık bir süre dahi olsa onu fark edenler, bebeğine bakarken onunla bütünleşmiş gibi görünen annenin bu halinin sebebini merak ederdi. Özellikle annesi, “Bebeğini doyurmak elbette çok güzel ama bu garip hallerinin sebebi nedir, neden yanımızda emzirmek yerine odana kapanıyorsun ki kızım?” gibi sorularla ona takılırdı. Sevgi annesinin merakını her defasında bilerek yanıtsız bırakırdı.

Bir gün çok sevdiği çocukluk arkadaşı Nurgül, Sevgi’ye yardım edip yorgunluğunu bir nebze de olsa azaltmak istedi. Sevgi’nin yanında kalıp herhangi bir minik ihtiyacı bile karşılasa, onu rahatlatacağını düşündü. Böylece o günü birlikte geçirdiler.

Aynı gün Sevgi’nin emzirirken girdiği bir tür trans hali, Nurgül’ün de dikkatini çekti. Sevgi kucağındaki bebeğini emzirirken bir anda çok uzak diyara gitmiş gibi dalıyordu. Yüzünde beliren huzurlu gülümseme onu gören herhangi birinin bile doğrudan kalbine ulaşıyordu. Nurgül bu manzaranın karşısında kendi kalbinde uyanan sevimli ısıyı fark etti ve arkadaşıyla konuşmak için uygun bir zamanı bekledi.

Şimdi evde kimse yoktu, bebek uyumuştu ve salonda baş başa kalmışlardı. Nurgül’ün demleyiverdiği çayın keyfi ellerini sıcacık sarıyordu.

“İyi ki geldin Nurgülcüğüm, seni çok özlemişim. Seninle çok ilgilenemiyorum ama evde olduğunu ve seni her an görebileceğimi bilmek bana çok iyi geldi. Teşekkür ederim güzel dostum.” dedi Sevgi gülümseyerek.

Nurgül’ün yüzünde çiçekler açtı: “İşe yaradığımı bilmek güzel!” diye yanıtladı her zamanki muzip tavrıyla. Sevgi ile çok farklı olduklarını ama birbirlerini çok iyi dengelediklerini ve Sevgisiz yapamayacağını düşünürdü Nurgül. Duygunun ve aklın birbirine ihtiyaç duyması, birbirini dengelemesi gibi bir şeydi bu ona göre.

Heyecanla, odanın aralık kalmış kapısından tesadüfen gördüğü sahneye getirdi konuyu, “Sevgiciğim, bebeğini emzirirken gördüm seni. Nasıl desem, çok etkilendim. Öyle bir hava vardı ki etrafınızda ve sen öyle güzel bir haldeydin ki! Neler yaşıyorsun o anda çok merak ediyorum?”. Nurgül evli değildi, yaşamında uzun süredir bir sevgili de yoktu. Kendine böyle uzak bir konuyu neden bu kadar çok merak ettiğine şaşırıyordu aslında. Ama Sevgi şaşırmadı. Oturduğu yerden kalktı, arkadaşının yanına gitti ve eliyle onu ayağa davet etti. Sonra Nurgül’ü kucakladı ve kucaklaştılar, uzun uzun, sımsıkı kucaklaştılar. Özellikle Nurgül kucaklamayı özlediğini fark etti.

Teşekkür etti Sevgi, yeniden yerlerine oturdular. Nurgül’ün heyecanı artmıştı. Sevgi’nin ne anlatmaya çalıştığını düşünürken, dökülecek kelimeleri meraklı ve dikkatli bakışlarla beklemeye başladı.

“Nurgülcüğüm, işte bebeğimi her emzirişimde öncelikle kucaklaşmanın bu doyumsuz tadına varıyorum. Yemişini kucaklayan yaprak gibi, çekirdeğini sımsıkı saran meyve gibi, kökleri kucaklayan toprak gibi adanırcasına kucaklaşıyorum. Bir olduğumuzu hissediyorum o anda. Sonra her defasında bir başka hayal beliriyor tam gözlerimin önünde: kimi zaman oğlumla kozmosta renk renk kanatlarıyla uçuşan iki kelebek oluyoruz, kimi zaman dans ediyoruz, kimi zaman da yok olduğumu hissediyorum.”

“Yok olmak mı, nasıl yani?”

“Sanki tüm anneler birmiş gibi hissediyorum ve ben yok oluyorum. Sadece tüm annelerin birliğinin gücü ve kutsallığı ile oluşan tek bir Anne kalıyor. Sanki her doğum yapan kadına “Anne” demek tesadüf değil gibi, çünkü hepimiz zaten Bir’mişiz gibi hissediyorum bazen. İşte bana anneliğin kutsallığını yaşatan o Anne’yi, başka değişle tüm anneleri hissediyorum. Dünyanın dört bir yanında, ne kadar zor koşulda olursa olsun bebeğini kucaklayan tüm annelerin sevgisini yaşıyorum. Bunun ne büyük bir coşku olduğunu ifade etmek çok güç!”

“Gerçekten güzel ama bir o kadar ilginç Sevgiciğim. Özellikle bunların kendiliğinden olması ilginç! Çünkü çok anne tanıdım, ama her birinin böyle anlar yaşadığından emin değilim. Bu hisler kendiliğinden olmayabilir mi? Acaba sen bir şeyler yapıyor olabilir misin? Yanlış anlama ama belki hayaldir bunların hepsi!”

Yüzündeki kocaman gülümsemeyle anlatıyordu Sevgi: “Evet olabilir, hepsi hayal olabilir. Fakat bu olasılık o yaşantıların değerini azaltmıyor ki! Hayal deyince aklımıza gerçek olmayan şey geliyor ama hayallerin hiçbir zaman, hiçbir şekilde gerçek olmayacağını kim ispatlayabilir? Ya da hayaller gerçekleşmese bile bu onların güzelliğini azaltmıyor. Hayallerimiz hayatımızı taze kır çiçeklerinin bin bir rengi ve kokusuyla süslüyor.”

“Ne güzel bakıyorsun, ne hoş düşünüyorsun canım dostum. İyi ki seni tanımışım. Yoksa bu kadar farklı açıdan bakmak aklıma nasıl gelirdi” ve yine kendi üslubuyla gülümseyip cümlesini tamamladı “eğer bu deli arkadaşım olmasaydı?”

“Aslında,” diyor Sevgi dalgın gözlerle bakarken, “belki de bu hallerime sebep olan sadece sevmektir. Bebeğimi sevmek, emzirmeyi sevmek, onunla kucaklaşmayı sevmek, kendimi onun yerine koyup dünyaya onun gözlerinden bakmayı sevmek!” Bunu duyunca Nurgül’ün gözleri doluyor, bu benim deli kızım bu kadar sevme ilhamını nereden ve nasıl buluyor, diye düşünüyor hayranlıkla.

“Bazen emzirirken farklı konuları düşünmeye dalmış olabiliyorum. Fakat kucağımdaki o minik yavruya doğru bedenimde öyle derin ve coşkulu bir akış oluyor ki! Tüm hücrelerimin bebeğim için sevinçle ve hep birlikte çalıştığını hissediyorum. Öyle bir çalışma ki, bütün bedenimi arındırıp iyileştiriyor. Bu sadece bir his de değil, bedenimin iyileştiğini canlı canlı yaşıyorum. Bazı bilimsel dergilerde, emzirmenin bebeğe de, anneye de ne çok faydası olduğunu okuyunca hiç şaşırmıyorum. Çünkü bence henüz keşfedilmemiş daha birçok faydası da var.”

Nurgül, şefkatle arkadaşının gözlerinin parıltılı ışığına baktı: “Sevgiciğim, bence sen bunları yazmalısın. Tüm anneler kendi doğalarındaki bu güzelliği daha derin yaşamalı. Belki senin yaşadıkların onlara ilham verir ve bebeklerini emzirmenin düşündüklerinden de muhteşem olduğunu unutmamalarına yardımcı olur. Kimi anneler vücutlarının deformasyonundan korkup bebeklerini emzirmek istemiyor. Ama bir annenin içini asıl deforme edenin bebeğini emzirmeme olduğunun farkına varmıyorlar. Ciddi bir sorun veya engel olmadıkça tüm annelerin bebeklerini emzirmesi ne güzel olurdu! Bu yaşantı bebeğin de, annenin de tüm yaşamına silinmez güzellikler katıyor olmalı. Keşke bunu herkes fark etse! Sanki seni dinlerken anneliğin insanın kendi öz güzelliklerini yaşaması için büyük bir fırsat olduğunu fark ettim.”

Arkadaşının sözlerini başıyla onaylayıp ekledi Sevgi: “Evet annelik kendi güzelliklerini yaşamak için muhteşem bir fırsat. Ama içimizdeki güzelliklere açılan o kapı sadece annelere, emziren kadınlara açık değil. Herkes, her zaman kendi yaşamını içindeki güzel hayallerle süsleyebilir. Hayallerimiz daha yaratıcı çözümlerin de tohumudur. Herkes sadece bir hayalini dışarı vursa belki yaşam, yaşamlar ve Dünya bile yeşerebilir.”

Ve Nurgül’ün aklında ardı ardına fikirler çakıyor:

“Hayaller olmasa nasıl yaratıcı olabiliriz? Hayal ettiğimiz bir şey yoksa neyi yaratabiliriz?”

“Yaşamımızı güzel ve temiz hayal etmesek, hayalini bile kuramadığımız bir şeyi nasıl gerçekleştirebiliriz?”

“Her zaman daha iyi, daha güzel hayallerimiz olmasa, daha yaşanası bir Dünya nasıl yaratılabilir?”



Sevgi o günün gecesinin sakin karanlığında bebeğini emzirirken, tüm annelerin ve bebeklerin Bir olup bütünleştiğini, hepsinin tek bir Kelebeğe dönüştüklerini görüyor. Siyah çikolata gibi, beyaz kaymak gibi, sarı limonata gibi renk renk çocuklar, anneler hepsi ama hepsi bir arada, hepsi Bir oluyor, hepsi Bir Kozmik Kelebeğe dönüşüyor! Sevinçle gezinen bu Kozmik Kelebek gönlü gibi kocaman olan kanatlarıyla tüm insanlığı, tüm Dünyayı kucaklıyor. Sevgisi rengarenk bir gökkuşağı gibi Dünyadan taşıp Kozmosa uzanıyor. Gökkuşağının renkleri Sevgi’nin kalbini ısıtıyor.

26 Kasım 2012

Kelebek Kelebek Mutluluk Oyunu



Bu bir çeşit “Günaydın” oyunu!

Her yeni günün bebekten farksız tazeliğini hatırlama ve hatırlama oyunu!

Bebeklerimizin, çocuklarımızın gözlerini açması ile evimizin TAM İÇİNE doğan güneşi farketme oyunu!

Yürekten bakmayı bilen, doğrudan yüreğe bakan çocuklarımıza eşlik oyunu!

Sabah oyunu :)

Kocaman bir gülümseme ile karşılıklı “Günaydıııın!” diye sesleniyoruz. Ses tonunuz farklı günlerde farklı olabilir. Kısık sesle oynamak da haykırmak gibi oyuna eğlence katar.

“Günaydın” diye seslenmeye devam ederken üzerimize uçuşan kelebekler olduğunu hayal ediyoruz. Ellerimizle, parmaklarımızı kelebekler gibi sallıyoruz. Hem kendi üzerimizde, hem çocuğumuzun üzerinde bu rengarenk kelebeklerin uçuştuğunu hayal ettiğimizi çocuğumuza da söylüyoruz.

Gülümseyenlerin etrafında yaşayamayan mikropların ise etrafta kaçıştığını yine el kol hareketleriyle çocuğumuza söylüyoruz.

Oyun kucaklaşma ve kahkahalarla bitiyor.

“Günaydııııınnnn!!!”

“Bak bak rengarenk birçok kelebek sana doğru uçuyor :) sabah ne kadar kocaman gulumsersen o kadar cok mutluluk kelebegi sana konuyor :)”

“Aaaaa mikroplar da kaçışıyor!”

Her yeni günün kıymetli bir hediye olduğunu düşünerek yaşayabilmemiz ve bunu çocuklarımıza mutlulukla, yaşatarak öğretebilmemiz dileğiyle...

10 Kasım 2012

ahmet umut'tan...

Mustafa Kemal özgürlük demek
Ne güzel şarkıdır dudaklarda
Yine başımızda nöbette yine
Kim demiş bizden uzaklarda...