17 Ocak 2010

İçelim bu gece
İçelim İnsanlık denen Koca Adam
Oturalım ve baş başa içelim
Yokluğumuzu kutlayalım
Varoluşumuzun acı tatlı şarabıyla!

16 Ocak 2010

Beyaz Düşler Gezegeni

Anla gönlüm
Karanlığı olmasa Kozmosun
Yıldızların sevimli parıltılarını seçemezdin asla.

Anla gönlüm
Dünyadaki tüm karanlık senaryolar
İlahi ışık her yerde parıldıyor diye gerçekleşebiliyorlar.

Anla gönlüm
Savaşın son kurşunla bittiği yerde
Hiçbir çocuğun açlıktan ölmeyeceği ülkede
Tüm acı solukların kesiliverdiği vakitte
Bu Dünyanın zıtlıklarla var olabilen Yaşamı
Duruverir ansızın.

Ve ancak öyle başlayabilir
Bambaşka bir çağ,
Öyle bir çağ ki
Hiçbir yerde gölge yok,
Her şey olduğu gibi
Aslı gibi…
Beyaz Düşlerin Gezegeni gibi, adı...

Kainatla Başbaşa


Kapayınca gözlerini
Sen de görebiliyor musun Kainatı
Tam karşında!

Sabun köpüğü gibi bir anda
Yok oluveriyor Dünya
Ne ayaklarının altında
Ne de etrafında hiçbir şey kalmıyor
Senden başka!

Ve biraz dikkatli bakınca
Milyarlarca yıldızı
Ve hatta birkaç güneşi de görmek mümkün oluyor.

Peki gözlerini açınca
Kayboluverse Dünya
Göz göze, diz dize, karşı karşıya
Baş başa, soluk soluğa kalsak Kozmosla
Neler hissederdik,
Neler yaşardık acaba?

12 Ocak 2010

Kitap Netleştiriyor İçimin Kıvrımlarını

Elif Şafak ile tanışmış olduk, “Siyah Süt” sayesinde. Daha önce tanışmak istemiştik ikimiz de, o kitapçı rafında bir kitabıyla karşıma çıkıverdi, ben elimi uzattım birkaç sayfasını çevirdim. Olmadı, ısınamadık birbirimize ve sonra çekip gitti herkes kendi yoluna, o bir başka okuyucuya ben bir başka yazara yolumuza devam ettik.

Oysa şimdi Siyah Süt sayesinde tanıştık, hem de nasıl, kucaklaştık.

Bu eserinde kendi içinde çeşit çeşit sesler olduğunu dürüstçe anlatan Elif, aslında herkesin, her kadının bu çeşitliliği taşıdığını gösteriyor bana. En azından kendi içimde de böyle çeşit çeşit sesler olduğunu biliyorum. Zaman zaman biri baskın oluyor, başka bir zaman öteki, öyle bir öteki ki bu, bambaşka biri oluverebiliyorum. Bu değişkenlik her ne kadar güvensizlik hissettirse de, bir o kadar da rahatlatabiliyor. İçimizde renk renk ses taşıdığımızı bilmek, insanı güçlendirip cesaretlendirebiliyor.

Ah bu içimizdeki sesler… Aralarında Elif’in deyimiyle “Can Derviş Hanım” bile var. Binlerce ‘hoca’ kılıklının dışarıda bize satmaya çalıştığını bilen birini, biz içimizde bir yerlerde zaten taşıyoruz. Tüm esaslı ve öz değerleri bilen içimizdeki o dostumuzun sesi ya bastırılmaktan veya alaydan duyulmuyor, ya gündelik basit ihtiyaçlarda dahi pratik yarar getirmeyebildiği için önemsenmiyor. Bazen de çok net duyuluyor “Can Derviş Hanım”ın huzurlu, ahenkli sesi. Ancak o zaman da, onun bahsettiği öz değerlerin somut olarak, canlı kanlı yaşanabileceği bir ortamda bulunmadığını görmenin acıklı yarası her an daha derinden kanıyor. Ne de olsa bu dünyada o kutsal sözlerden çok başka bir düzen geçerli. O özlü sözler bilinci değiştirebiliyor, farklı bakmayı sağlayabiliyor ama çıplak ve aç çocukların hiçbirini korumuyor mesela.

İnsanın içi renk renk, siyahtan beyaza… Kadının içi (kimse alınmasın, en azından benim içim) çeşit çeşit kuruyemiş: İster her yanı iş yapmaktan kızarmış kavrulmuş fındıkları al, yanına da bir bira… İster bademleri al tuzlu tuzlu, yanına da viskini iç, içinin acısı tam geçsin. İster beyaz beyaz çekirdek çitle, öylece meraklı, öylece rahat alemi seyreyle… 

Siyah Süt ve Elif ile tanıştığımdan beri, hangi halimi, hangi Ben'i yaşıyorum bugün, şimdi, şu an diye merak eder oldum. Fakat bu barıştırıyor insanı kendiyle, içinden bin bir çeşit ses çıkmasını yadırgamıyorsun artık. Onları yönetmesini öğreniyorsun kimi zaman şans eseri ve kimi zaman bir orkestra şefi gibi müthiş bir ahenkle yönetiveriyorsun.

İnsan birbirinden çok farklı müzik aletleri ve notalarla, ardı ardına çalınan nice farklı eserlerle yaratıyor tek bir büyük eseri: Kendini.

Uyumlanmak ne güzel, içinden yükselen sesleri tanımak bilmek, onlarla barışmak ne güzel…
Çatışınca dağılıyor insan. Oysa “kendi iç seslerini” tüm farklılıklarıyla tanıyıp sevince Bütünleşiyor, kucaklaşıyor kendiyle. Bir oluyor, Gerçek Kendinin kıvrımlı gökkuşağı kaydırağında kayıp yaşıyor. Kimi zaman sevinçle yükseklerde, kimi zaman diplerde, ama içindeki gökkuşağının renklerini bilerek, yaşamın doğal akışını hep görerek farkında yaşıyor.

Teşekkürler Elif Şafak.

11 Ocak 2010

İyi ki..


Umarsızca geçiyor günler
Siliniyor hafızadaki her şey, her tecrübe
Ne kadar büyük olsa da
Derinlerde ne kadar soluksuz bıraksa da
Hepsi unutuluyor…
Bir deli esiyor zaman
Savruluyor yaprak yaprak hatıralar
Son bir gayretle tutuveriyorum birkaçını
Sözcük sözcük…
Yazı iyi ki var!
Şiir iyi ki var!

Öz Kal

Öyle küçük kalmışım ki yanında
Eğiliyor yeni yaşım
Fısıldıyor kulağıma
“Sen hep böyle çocuk kal
Anıların, tecrübelerin tüm koflu yükünü ben taşırım
Sen hafif kal, sade kal, saf kal.
Bırak ben gösteririm büyüdüğünü, sonra yaşlandığını.
Ama sen,
Ama sen hep özünde kal, özde kal, öz kal.”

Yeni Yaşım

Bu sabah
Yeni yaşım bana uyandı ve dedi ki:
“Şimdiyi yaşamakmış, dolu dolu yaşamakmış
Boş ver bunları!
“Bundan sonra yol ver ben tadayım
Kendi gerçek tadımı…”
İyi dedim, Hakkı Hak edene vermek gerek, dedim,
Çekildim.
Şimdi artık Yaşam çıkarıyor kendi gerçek tadını
Ben beride, rakı yanına çerez niyetine…